 İki binli Yıllara Yaklaşırken  Türkiye'de Ağız Diş Sağlığındaki Durum
İki binli Yıllara Yaklaşırken  Türkiye'de Ağız Diş Sağlığındaki Durum
Bir kaç on yıl  önce Dünya'da ve Türkiye'de her konuda olduğu gibi sağlık konusunda da 2000  yılı, hedeflerin odaklandığı bir yıl olmuştur. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ),  görevlerinin gereği olarak evrensel sağlık sorunlarının çözümüne getirilecek  köklü uygulamalara ilişkin çalışmaların yansıra, 1975 yılında dönemin başkanı  Dr. Mahler tarafından yapılan açıklamada gelecek 25 yıl içinde herkesi makul  bir sağlık seviyesine getirebilmek için bireyleri, toplumları, sağlık  bakanlıklarını ve diğer sağlık sorumlularını faaliyete geçirmek gereği üzerinde  durulmuştur. 1977 yılında yapılan 30. Dünya Sağlık Kurulu (DSK)'unda bu  anlayışı gereğince, Dünya Sağlık Örgütünün 2000 yılı hedefi, tüm dünya  insanlarını sosyal ve ekonomik yönden üretken bir yaşam sürmelerine izin  verecek sağlık seviyesine ulaştırmak üzere harekete geçmek olduğu  belirlenmiştir. "2000 yılında herkes için sağlık" şeklinde tanımlanan  amaca ulaşmak için hazırlanan programda birinci ilke, 1978'de Alma Ata'daki  konferansta belirlenen Temel Sağlık Hizmetleri (TSH )'nin uygulamada anahtar  olarak alınmasıdır. Kuruluşundan buyana DSÖ'ye üye olan ülkemizin de içinde  bulunduğu DSÖ'nün Avrupa bölgesinde "2000 yılında herkes için sağlık"  amacına ulaşmak için bölgesel strateji olarak TSH alınmıştır.1,2 
  "Temel  Sağlık Hizmetleri", sağlığın geliştirilmesinin yanı sıra koruyucu, tedavi  edici ve iyileştirme sağlayıcı hizmetlerle, toplumun ana sağlık sorunlarını  çözer. T.S.H. hastalığın ortaya çıkışının engellendiği ve etiyolojik faktörlere  yönelmiş olan birincil koruma, erken teşhis-tedavi içeren ikincil koruma ve  fonksiyon kaybının iade edildiği, rehabilitasyonun sağlandığı üçüncül koruma  şeklinde 3 aşamalı olan ileri sağlık hizmetlerinin en önemli kısmı, birincil  korumaya dayanmakla birlikte, ikincil ve üçüncül koruma ile de  desteklenmektedir. Ancak, etkin bir toplum katılımı sağlanmadan, topluma çok  yönlü hizmet götürmeyi amaçlayan temel sağlık hizmetlerinin başarısı sınırlı  kalacaktır. Çünkü hangi sistemde olursa olsun, sağlıklı olmak dışarıdan  verilememekte, sağlıklı olmanın bireylerin ve toplumların kendi çaba ve  istekleriyle kazanılması gerekmektedir. Dolayısıyla sağlıkta hedef belirlemek,  geleceği öngörebilmek kolay bir iş değildir. Yine birçok parametre toplumun  T.S.H.'ni olumlu ya da olumsuz etkileyebilmektedir.1,2 
        Sağlığın  küresel boyutundan Türkiye boyutuna ve kuşkusuz çok önemli bir parçası olan diş  hekimliğine geldiğimizde T.S.H.'de arzulananlar hususunda, gerek sağlık  politikasında etkin sorumluların ve gerekse bireylerin üzerine düşeni yeterince  ciddiye almadıkları ve bu hususta tartışılacak konuların oldukça fazla ve  düşündürücü olduğu görülmektedir. 
        2000'e iki yıl  kala D.S.Ö.'nün hedeflerinin Türkiye'de, ne mesleğimiz sorunları konusunun, ne  de insanlarımızın ağız diş sağlığı hususunda gerçekleşemeyeceği endişesindeyiz  ve yetkililerinde bu hedefleri 2000'li yılların ilerideki 10 yıllara ertelediği  kanaatindeyiz. Elbette ki bu durumun tüm günahı, ne hala yılda 40–50 gr macun  tüketen (bu oran Avrupa'da 400 gr), ancak dişi ağrıdığında dişini çektirmek  için Diş hekimine ya da sahte hekime (dişçiye) giden vatandaşlarımızda, ne de  tüm olumsuzluklarına karşı mesleğini yürütmeye çalışan diş hekimlerindedir. Bu  kötü tabloyu ortaya çıkaran en önemli etken, ülkemizde hala kalıcı ve etkili  bir sağlık politikalarının oluşmamış olmasıdır. Diş hekimi dağılımındaki  dengesizlikler, tedaviye yönelik hizmet anlayışı, insan gücü planlamasının  olmayışı ve T.S.H.'de birincil korumanın esası olan koruyucu hizmetlerin göz  ardı edilmesi bu sonucun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. 
        Dişhekimliği  hizmetlerinde koruyucu hizmetlerin ağırlıklı olması gerekliliği ve toplumun  ağız diş sağlığı sorunlarının çözümüne yönelik planlamalar için öncelikle  sorunların boyutları hakkında bir fikir sahibi olmak gerekmektedir. Türkiye'nin  değişik bölgelerinde yapılan çalışmalarda ki sonuçlara benzer verilenin ortaya  çıktığı, Samsun İli Ondokuz Mayıs Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine  müracaat eden 261 hastadan alınan ortopangram ve periapikal filmlerin  değerlendirildiği çalışmalarımızda, DMFT indeksinin (toplumun çürük ve  sonuçları açısından hangi düzeyde olduğunu açıklayan indeks 23 yıl önce  D.S.Ö.'nün 2000'li yıllar için hedef oluşturduğu dönemlerde ağız-diş sağlığı  konusunda Türkiye'deki yapılan çalışmaların sonuçlarıyla bugünkü sonuçların  halen daha aynı düzeylerde hatta biraz daha yükseldiği görülmüştür. 1977  yılında Oktay ve Saydam'ın 14-70+ yaşlardaki 472 hasta üzerinde  yaptığı çalışmasında DMFT indeksini 9,15 olarak buldukları, 1998 yılında Samsun  ilinde yaptığımız çalışmada yaklaşık aynı yaş gruplarında bu indeksin 10,81  olduğu belirlenmiştir. Ancak bu çalışmada 15–30 yaşlar ve 30 yaş üzeri  hastalarda indeks değerlerinin farklı olduğu görülmüştür. Yine 1993 yılında  Erzurum ili Atatürk Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesine müracaat eden 25–30  yaş gurubu hastaların DMFT indeks değerinin 5,18 olduğu 3 ve bu  çalışmalar örnek olarak alınıp değerlendirildiğinde indeks değerinde fazla bir  iyileşmenin olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Özellikle çalışmamızdaki indeks  bileşenlerinden M (eksik diş) değerinin çok yüksek olması, maalesef ülkemizde  "doktor bey veya berbere çek kurtulalım" diyen primitif düşüncenin ve  halen daha konservatif tedaviye fazla ilgi göstermeyen diş hekimlerinin olabileceği  veya elinde kerpeten köy, ilçe, il gezen sahte hekimlerin mevcut olduğu  düşünülmektedir. Tabi ki bu durum sosyo-ekonomik olarak ülkemize hayli yük  getirmektedir. Oysa koruyucu tedavi, hatta konservatif tedaviyle, protetik  tedavi ihtiyacının ortadan kaldırılmasıyla, ekonomik olarak maliyet önemli  derecede azalacaktır. 
      1960 yılında  İsviçre'nin DMFT değeri, tüm ülke düzeyinde DSÖ kriterlerine göre çok yüksek  düzeyde olduğu, o tarihten başlayarak uygulamaya konan koruyucu yöntemlerle  DMFT değerinin yani kişi başına düşen diş çürükleri ve sonuçları  "orta" ve bazı bölgelerde "düşük" seviyelere indirilmiştir.  İsviçre bu başarıyı, maliyeti ucuz işlemlerle, içme sularının fluorlanması ,  tuza fluorlar katılması, yaygın olarak fluor tabletlerinin ve fluorlu diş  macunlarının kullanılması ve diğer koruyucu yöntemlerle sağlamıştır. Yer yer  ülkemizde de bu gibi uygulamalara geçilmişse de pek ciddi takibin yapılamadığı  sonuçlardan ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, sağlık hizmetlerinin sunulmasındaki  anlayış değişmedikçe ve daha düzenli bir sağlık politikası geliştirilmedikçe,  sorunları çözmek ya da aza indirmek söz konusu olmayacaktır. Zira koruyucu  uygulamalara önem verilmediğinde, diş hekimi sayısındaki artışın toplumun ağız  diş sağlığı sorunlarının azalmasını ya da olabilecek en yüksek ağız ve diş  sağlığı düzeyine çıkmasını sağlayamayacaktır. Koruyucu uygulamaların etkili,  kolay, ağrısız, ucuz ve az zaman alıcı olması gibi nedenlerle, toplumun ağız  diş sağlığı sorunlarının çözümü için diş hekimliği hizmetlerinin koruyucu  ağırlıklı olmak üzere topluma sunulması gerektiği, insanlarımıza sağlıklı  olmanın bireysel çaba istediği, sağlıklarının geliştirilmesi ve  iyileştirilmesiyle sağlıklarına gelebilecek zararlar karşı korunabilmeleri için  gerekli uygulamaların öğretilmesi ve uygun alışkanlıkların yerleştirilmesi ve  bu bilincinin verilmesi, daha ciddi sağlık politikası kadar mutlak gereklidir. 
hem çocuk hem de hekim açısından  daha kolay olmasını sağlar. Ancak, " Doktor iğne yapmayacak " diye  ön yargı ile getirilen çocuğa hekim anestezi yapmak zorunda kalırsa, çocuğun  hem size hem de hekime güveni kalmaz. Bu nedenle çocuğu tedavi konusunda doğru  bilgilendirmek, korkusunu yenmek ve güvenini kazanmak açısından önemli  olacaktır. 
      Çocuklarda dişhekimine karşı korku neden  olur? Alınması gereken önlemler nelerdir? 
        Çocuğunuza diş  tedavisinin hiçbir korkulacak yanı olmadığını anlatırsanız, kolaylıkla  dişhekimine götürebilirsiniz.
        Ancak genelde Anne-Babalar "Uslu olmazsan seni  dişçiye götürürüm, O da bir güzel dişini çeker!" sözleriyle dişhekimi  kavramını bir korku unsuruna dönüştürür. 
        
        -Çocuğun dişhekimine götürülmesi bir ceza anlamı taşımamalıdır. Tam aksine  çocuğa dişhekimine severek gideceği bir ortam yaratılmalıdır. 
        - Dikkat edilmesi gereken başka bir konu da, dişhekimine  gitme ile çocuğun maruz kalacağı ağrı olayı arasında bir çağrışım  uyandırmamaktır. Ancak, çocuğa " Dişin hiç ağrımayacak" diyerek onu  yanıltmak; ilerideki tedavileri güçleştirir. 
        - Dişhekimi ile  çocuğun iyi bir diyalog kurması, çocuğun korkusunu yenmesine yardımcı bir  faktördür. Bunun için dişhekiminin sorduğu sorulara çocuğun kendisinin yanıt  vermesine izin verin.
      
Diş Hekimi Yalın Sümer